Üçlü koltuğun en ucuna oturmuş, gözyaşları dökülüyordu avuçlarına. Hiç sesi çıkmıyordu. Sessiz çığlıkları içinde yankılanıyor, akıttığı gözyaşları avuçlarındaki kalbini sarıyordu. Koskoca salonda bir başına küçücük olmuş oturmuştu koltuğun bir ucuna. Küçük bir kız gibi, sessice ağlıyordu.
Evet hep yalnızdı ama hiç bu kadar içini acıtırcasına ıssız olmamıştı. Evdeki onca eşya daha da ıssızlaştırıyordu şu an onu. İçindeki müzik hüzne çalıyor, sıkılıyor, daha da soluyordu gün ışığı. Hayatını bir düzene sokmalısın diyordu doktoru. Baş ağrıları dinmiyor, her sabah iki üç defa uyandırıyordu migreni. Gerginlikten oluyor diyordu. Bu aralar bir sıkıntı, bir üzüntü yaşadınız mı diyor doktor, küçük kız gülüyordu. Ne söylesindi şimdi.
Hayat hep en ince yerinden sınıyordu onu. En savunmasız, en korktuğu yönünden. Göstermekten hiç korkmadığı zayıflıklarını kullanıyorlardı alçakça ona karşı. En çok da bu kırıyordu onu. Bu kötü tecrübeler uzun duvarlar örüyordu komplekssizliğinin dört bir yanına. Artık daha nasıl kendi gibi olabilir, nasıl açabilirdi içini bir başkasına. En yakın gördüğü kişi ona böyle yapıyorsa başkası neler yapmazdı.
Gözyaşlarının denizinde daha da küçülen kız her tartışma sonrası, avuçlarındaki kırık kalp kalıntılarını tamir etmeye çalışıyordu. Ama olmuyor olmuyordu. Her gidişinde yanında götürdüğü parçalar eksik kalıyordu. Anladı ki artık bu kalp ona karşı asla bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Çok kırılmış, çok parçalanmıştı. Hor kullanmıştı ona emanet ettiği kalbini.
Artık küçücük avuçlarında kırık dökük kalbiyle yapayalnız bu koca evde yalnızlıkla dost geceler geçecekti. Zor olacak biliyordu. Ama artık bu kalbi hak etmeyen kimseye vermeyecekti. Çünkü bir daha kırılırsa elinde bir parça bile kalmayacaktı. Yıkılmıştı ama yeniden ayağa kalkacak, ve gökyüzüne bakacaktı. Bahar yine gelecekti. Yine açacaktı umutları, elbet yenilenecekti bu kalp. Bu sefer daha da kıymetini bilecekti kendinin. Belki daha katı olacaktı. Ama bu çektiklerini yaşamayacaktı bir daha. Öyle ümit ediyordu en azından.