BLOG, GEZİ YAZILARIM

Prag…

2020 yılı Corona virüsü salgını ile anılacak. İlk Çin’de ortaya çıktığında tam olarak ne olduğunu anlayamadık. Olayın bu kadar büyüyebileceğini, tüm dünyayı etkileyebileceğini, bu kadar öldürücü olabileceğini hiç düşünmemiştik. Dünyaya tam olarak yayılmaya başladığı günlerde aylar önceden aldığımız biletle, uçağa atlayıp 8 yıl sonra tekrar Prag’a gittik. Şimdi düşünüyorum da tam bir delilik… Ama dedim ya daha dünya bile olayın vahametinin farkında değildi.

Zaman aleyhine mi işliyor lehine mi?

Astronomik saatin önü her zamanki gibi kalabalıktı o gün de. Soldaki kahverengi büyük kapıdan girip, kapsül gibi neredeyse tek kişilik şeffaf bir asansör ile kulenin en tepesine çıktım. Biraz maliyetli de olsa gördüğüm manzaraya değerdi doğrusu.

 

Yağmurlu bir gündü. Eski kent meydanı normal günlere göre bir nebze sakindi. Dedim ya şehir meğerse corona virüsü nedeni ile boşmuş.

Çatıların formuna bakın. Nasıl estetik, nasıl fotograf veriyor. Yağmur ayrı bir romantizm kattı havaya o gün. Islak çatılar, şemsiyeli minik insanlar… Gotik Prag’a yakışır bir ruh haline bürünmüştü hava.

Büyük resimde küçük detayları severim. Kulede o kadar uzun kalmamın sebebi biraz da buydu. Aralardaki minik pencereler, perdeler, açık bir kapı, belki dışarı bakan bir insan aradı gözlerim. 1410 yılından beri bu saat nelere şahit oldu bu manzaradan acaba… Düşünmeden edemiyorum ortaçağdan beri neler gördü bu meydan, bu saat kulesi…

The Powder Town eskiden taç giyme törenlerinde kullanılan bir alanmış. Kulenin üzerinde harikulade süslemeler var.

Gelip  geçiyoruz köprülerden, sokaklardan, şehirlerden ve de hayattan… Kalbimize dokunanlarla yaşadığımızı hissediyoruz. Çoğu zamansa bir silüet gibi geçiyoruz zamandan…

Akıp geçiyorken hayat, charles köprüsü şahitlik ediyordu zamana. Kutsal bir görevi vardı köprünün; vltava nehrinin birbirine hasret iki yakasını kavuşturuyordu.

Bu heykele dokunmuş muydum geçen sefer geldiğimde bilmiyorum ama rivayet oymuş ki Aziz Jan Napomucky’nin eline dokunanın yolu bir daha düşermiş bu şehre.

Dönemin Osmanlıya karşı ön yargısını yansıttığı heykel; bir Osmanlı yeniçerisi, zindandaki esirlerin başında neşeli bir şekilde dururken yapılmış.

Gündüz ayrı güzel ama gece o gotik ruhu tüm ihtişamı ile ortaya çıkıyor Prag’ın.  

Tüm gün şehri gezdikten sonra, gündüz geceye kavuşurken, şehri uzun uzun pozlarken ben, tüm o görsel şöleni güzel bir anıya dönüştürdüğümü umursamıyordum o an.

Binanın ve bu heykellerin yapıldığı ilk günü düşünün. Her şey yepyeni, renkleri böyle kararmamış. Daha tarih başlamamış, yaşanmışlıkların ağır yükü ile bu heykeller belkide bu kadar yorgun değillerdi. Belkide bu yollara bu taşlar döşenmemişti, belkide eve girenlerin ayakkabıları çamur içinde kalıyordu. Belki sokaklar fenerlerle aydınlanıyordu, kimbilir… Belki de ben çok hayal kuruyordum.  Özgürce gezebileceğimiz günlerin özlemi ile evde duruyoruz. Durmuyoruz aslında ev de bir süreç bizim için. Aynaya bakma süreci. Evet aynaya bakmak da bir süreç gerektirir aslında. En son ne zaman kendine dikkat ettin. 

 ‘Bazı kitaplar, kişinin kendi kalesindeki bilinmeyen odaların anahtarlarıdır.’ Kafka 
‘Hayatın anlamı, bir gün sona erecek olmasıdır.’ Kafka

 ‘Beyinlerimiz savaşsın isterdim ama görüyorum ki siz silahsızmışsınız bayım’ KafkaDünyanın en güzel şehirlerini bile terk ettiler. Kendine o kadar güvenme yani…

 Bu, hayatın daimi gerçeği…  ‘Okula gittiğimde bana büyüyünce ne olmak istediğimi sordular.Ben de ”mutlu” olmak istediğimi söyledim. Soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara hayatı anlamadıklarını söyledim.’ Lennon

‘Ucuz koltuklarda oturan seyircilerin şimdi bu şarkı için alkış tutmasını istiyorum. Diğerleri ise sadece mücevherlerini şıngırdatsa yeter.’ Lennon

Zaman ağır ağır ilerliyordu St Vitus Katedralinde. 600 yıllık bir sürede oldum demiş koskoca katedral. Bir de kendine bak, kaç yılda tamamlandığını düşünüyorsun. Hayattaki her şey değişim içindeyken sendeki bu ‘oldum’ deliliği bir akıl tutulması olmalı.

Hep mi böyle hayat. Sen bir adım atarsın uzaklara, kendinden uzaklara. Düşündüğün tek şey kendin değildir. Bunu görürler, sezerler ve hemen yalnızlaşırsın. Bilmezler ki sen zaten bunu ezelden beri bilirsin. Onlar komik ve kocaman egoları ile hançerlerinin üzerindeki kanı temizlerken her gece televizyonları karşısında hipnoza dalarlar.

Öylesine bir günde, öylesine oradan geçerken öylesine bir şey oluverir ki selam verip geçersin hayata. Prag’ a bu son fotografımla son verirken çok değil sadece bir kaç gün sonra aslında hayatın bana verdiği bir selam olduğunu öğrenmek sürpriz oldu. Ayrıntılar hayata dair küçük göz kırpmalarla size yolunuzu gösteriyor aslında. Sevgiyi maskeler ardına saklıyorduk ezelden beri. Şimdi maskelerden kurtulmak tek dileğimiz oldu.



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.