Sessizdik, hiç konuşmadan kilometrelerce yol gitmiştik. Kırgın mıydık diye düşündüğümde kendi açımdan kırgın olduğumu fark ettim. Belki de o benden daha kırgındı. Her zaman o benden daha üzgün daha suçsuzdu zaten. Eminim içinden ne kadar kırgın olduğunu geçiriyordu o da. Beş yıllık bir evliliği benim bitirdiğimi düşünüyordur eminim. Çünkü o evliliğin sorumluluğu yanında ayrılığında sorumluluğunu alamayacak kadar biçareydi hayatta. Son sözü yine bana bırakıyordu. İstemediği halde kabullenip boyun eğiyordu ayrılığa. Hiç bir zaman bir şeyleri elde edebilmek için kılını kıpırdatmadı. Beş sene yavaş yavaş öldürdüğü beni yine sadece bir kez daha düşün ben ayrılığı istemiyorum demekle geri kazanabileceğini sanıyordu. Ne çok aldanıyordu. İşte hayat onun için bu kadar kolaydı. İstediği her şeyi fazla uğraşmadan elde edebilmiş bir adam hayatın aslında çakıllar ve kayalarla dolu bu zorlu yolunda şimdiye dek tökezlemeden gelmiş olması şaşırtıyordu beni. Ya hiç yaşamamıştı, ya da hiç gerçekçi yaşamamıştı. Tanrım! Ne kadar farklıydık birbirimizden. Bense o yolda ne yaralar aldım. Geçmişim yara bantları ve aldığım yaralardan kanları dışarı sızmış sargı bezleriyle kaplıydı. Mücadele hep sürdü o yolarda. O ise bir cam fanusun içerisinde karşısına hiç çıkmayan kayalar ve çakıl taşlarını tanımadan ilerlemiş bu yoldan. Birbirimizi nasıl anlayabilirdik ki. Ben hayata hazırlıklı o ise acıya acemi bir çocuktu henüz. Evliliğimiz ise bana hiç yabancı olmayan yokuş yukarı bir yoldu. O, çabuk yoruldu. Evet yorucuydu kabul ediyorum. Ama kolay kazanılmış mutlulukların bir an süren sevinci yerine o yola tırmanırken karşılaştığım kır çiçeklerini toplamanın, manzarayı seyre dalmanın, güneşin doğuşunu karşılamanın ve batış yolculuğuna şahit olmanın mutluluğu daha uzun sürüyordu benim için. O, yokuşu bir an evvel tırmanıp düzlük bir alan arama gayretiyle nefessiz kaldı. Hayatı ve beni kaçırdı.
Dönüş yolumuzda sessiz ve içten içe birbirimizi suçlamalarla geçmişti. Beraber yaptığımız son formalite icabı işi halletmenin huzuru içerisindeydim. O ise her zamanki gibi oyuncağı elinden alınmış, ağlamaklı, birilerinin oyuncağını geri vermesini bekleyen bir çocuk gibi oturuyordu yanımda. Hem hatasını hem ayrılığı kabullenip geri dönmemi istiyordu umarsızca. Ne büyük bir yanılgı. Bir kayaya çarpmış ve cam fanusu kırılmıştı. Şimdi bir çıplak gibi kalmıştı hayatın tam göbeğinde. Hiç bir zorluğa alışkın olmayan kalbi acıyordu biliyorum. Ama bir şeyi elde ettiğinde kati suretle senin olmuyordu o şey. Hoyratça davranıp bir kenara süs diye bırakamazsın onu. Hayat bu kadar basit değil derdi hep. Ama basit yaşardı. Şimdi anlıyorum insanların korktukça korkularının yanı başında yaşadıklarını.
Yoruldu ve kendine bir düzlük buldu hayatın en zor yerinde.
Sessizdik, kilometrelerce yol gitmiş zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ve neden bu kadar direndiğimi. Anladığım tek şey vardı. O da, zaten zor olan bu yolda yalnız yürümenin, isteksiz birini sürükleyerek, hayattan zevk almasını bilmeyi bekleyerek ilerlemekten daha anlamlı olduğu gerçeğiydi. Yoluma devam ediyorum ben. Biliyorum küçük düzlüklerim olacak soluklanmam için. Yol bazen daha dik olacak. Belki çakıl taşları çoğalacak. Ama ben, yanımda yürüyerek bana destek olmak yerine beni devamlı dibe çeken tüm yaşam acemiliklerinden sıyrılıp tadını çıkaracağım karşılaştığım her güzelliğin. Zorluklar gözde büyütülmüş sanal oyuncaklar değil, benim yaşam mücadelem olacak.
Mayıs 2009