Evden çıkarken boğazımda koca bir düğüm vardı. Fakat kendimi çok hafiflemiş hissediyordum. Yavrularını hayata hazırlamış, uçmayı öğretmiş ve onları yuvadan tek tek kendi hayatlarına uçurmuş bir serçe gibi yuvadan özgür ilk uçuşumdu sanki bu gün evden çıkışım.
Uzun bir yürüyüş olacağını tahmin ettiğim halde ayak parmaklarımı sıkan kovboy çizmelerimi giymiştim. Kendimi güzel hissetmeye ihtiyacım vardı. Moralim bozuk olduğu zaman hep böyle yapardım. Kalkar güzel güzel giyinir dışarı çıkardım. Dolaşırken gözleri üzerimde hissedince egom okşanır, biraz olsun kendime gelirdim. Hala beğeniliyor, isteniyordum. Bu biraz olsun itilmişliğin acısını dindirmeye yetiyordu. Ama ne kadar olabilir ki…
Yağmur yağmış. Yollar yüzüm gibi sırılsıklam. Ben evde ağlarken gökyüzü de bana ağlamış. Tüm umutlarımı okuduğum kitabın kaldığım sayfasının arasına saklayarak çıktım dışarı. Bir süreliğine kendime uzaklaşmak istedim, umutlarıma, sevinçlerime, hüzünlerime, geleceğime… Nasıl olsa eve dönecek ve kaldığım yerden kitabımı okumaya devam edecektim. Geri alacaktım duyguya dair neyim varsa… Biraz huzur, sadece bir süre huzura ihtiyacım vardı. Yenilenip hayatla mücadeleme devam etmek için biraz uzaklaşmam gerekiyordu kendimden.
Aylardan hüzün, mevsimlerden sonbahardı. Dünya, küresel ısınmadan yakınırken bu ülkenin Akdeniz kıyılarında turizmcilerin yüzü gülüyor, bu anormal ısınmanın o kadar da kötü olmadığı kanaatiyle cepleri dolu oturuyorlardı şezlonglarında. Ülkenin kuzey kısmında yaşayan ben ise küresel ısınmanın sıcaklığından Akdeniz kıyıları kadar olmasa da istifade ediyordum. Soğuktan nefret ederim. Üşümekten daha da çok. Kasım sonundayız, havalar hala sıcak. Arada yağan sağanak yağmurlar bile sanki ilkbahar aylarındaymış gibi kısa kısa yağıp kesiliyordu. Dünyada her şeyin düzeni bozulmuştu. Benim de… Hayatıma bir çeki düzen vermeliyim. Bundan sonra ne yapacağımı iyi planlamalı ona odaklanmalıyım. Bir süre daha böyle sokaklarda amaçsız yürüdüğüm gibi yaşarsam hepten dibe vuracağımın çoktan farkındaydım. Çabalıyorum. Son yaşadığım olaylardan öğrendiğim bir şey varsa o da gerçekten bu hayatta tek başıma olduğumdu. En yakınım, annem bile bencildi. Bunca zamandır bunun farkındaydım tabi ama bu gün içim acıyarak bunu kabul ettim artık. Yapabileceğim bir şey yoktu. Bu saatten sonra ona annelik duygularından bahsetmeye, o duygularını nerede kaybettiğini sorgulamaya hiç niyetim yoktu. Çok acımasız ve katıydı hayat. Ve ben artık biliyordum bu katılığın içerisinde bu yürekle tek başıma olduğumu.
Saatler geçiyor karanlık iyice bastırıyordu. Uzaklaşmaya çalıştıkça içerisinde olduğumu fark ediyor, boşuna çabaladığımı itiraf ediyordum kendi kendime. Daha fazla kaçmanın manası yoktu. Eve dönmeli ve bir süreliğine kitap ayracı olarak emanete bıraktığım duygularımı geri almalıydım.
Üşümüşüm yinede. Küresel ısınma bile beni ısıtmaya yetmemişti bu gün. Ellerim ayaklarım buz kesmişti. Hemen üzerimi değiştirip bir battaniye alıp salona geçtim. En sevdiğim yan koltuğuma uzandım. Düşünmek için hep bu koltuğu tercih edişim, kendimi sıcacık ve yumuşacık sevgili kollarında hissetmeme neden olması. Yalnızlığın güvensizliğini unuttuğum tek yer. Düşünmek ve kendime biraz olsun karşıdan objektif olarak bakmamın tek yolu.
Şehrin ışıkları kalbime bir bir umutla yanıyordu. Son birkaç yıldır bu ilişki için elimden geleni yaptığımı görüyordum, kendime uzaktan baktığımda. Bunu bir tek ben söylemiyorum, ilişkimize şahit olanlar da aynı kanıdalar benimle. Konu ikili ilişkiler olduğunda üçüncü şahısları dinlemek pek huyum değildir. Ama bir yerden sonra insan paylaşmadan, konuşmadan edemiyor. Verdiğim kararlarda bazen kendimden şüphe ettiğim bile oluyordu. Üçüncü kişilerden aldığım teyitle içim rahatlıyordu.
Bu sefer kararımı kendim verdim. Ne kimseye sordum, ne de etki altında kaldım. Tamamen benim kararımdı. Çok çabalamıştım ama daha fazla zorlamanın bir anlamı yoktu. Geleceğe ve ona olan güvenim her geçen gün azalmış sonunda da yok olmuştu. Kendimi de bu ilişki içerisinde kaybetmeden bitirmeli, yeniden başlamalıydım hayata. Kulağa güzel ve kolay gibi gelse de hiç kolay olmayacağının farkındaydım ama bu ilişkiye devam edersem öleceğimi biliyordum.
Hayatı tanıdıkça ölüme mahkum olduğumu görüyordum. Zordu farkında olarak yaşamak. Çoğu zaman birçoğunuz gibi ben de bu hayata ait olmadığımı düşünüyordum. Zaten zor olan hayatın yanına eklenen bu ilişkinin zulmü, biraz daha beklersem erken ölümümü kesin kılıyordu. Bunu görebildiğim için şanslı hissediyordum kendimi. Farkında olmadan bu kargaşanın içerisinde kendimi de kaybedebilirdim. Duygusal olarak buna o kadar meyilim vardı ki. Çok zaman derdimi anlatmaya çalışırken, elimden bir şey gelmediği için krizler geçirdim. Belki ilkinde vermeliydim bu kararı. Ama bir ilişki emek isterdi. Hemen ilk sorunda vazgeçmek bana göre değildi. Seviyor ve yanında olmak istiyordum. Bu zamanlara gelebileceğimizi nereden bilebilirdim ki.
Battaniyenin altında ellerim ve ayaklarımın buzu çözüldü. Sıcacık oldum. Düşüncelerden beynim yoruldu. Verdiğim kararın içimde yarattığı umut kırıntılarıyla oluşan tatlı bir heyecanın kollarına bırakıverdim kendimi. Sorunu içimde çözümlemiş olmanın rahatlığının yanında, bu kararı onunla paylaşmanın ne kadar yorucu ve yıpratıcı bir sürecin başlangıcı da olduğunun farkındaydım.
O da seviyordu beni, benim onu sevdiğim gibi. Ama olmuyordu işte, sevgi yetmiyordu bu ilişkiyi sürdürmeye. Başından beri onca yaptıklarına karşı yanında kaldıysam içimdeki sevginin gücüydü bu. Tek başına sevgi ancak bu aşamaya kadar idare ederek getirebildi bizi. Her şeyin yavaş yavaş bittiğini görmüyordu. Beni altın bir kafese kilitlemiş, yaşam sevincimle ölmemek için bu kafesin tellerini genişletebileceğimi düşünmemişti. Nitekim öyle de olmuştu.
Yavaş yavaş oldu her şey. Ayrılıktan ilk bahsettiğim günü hatırlamıyorum bile. Başlarda hala ciddiyetimi anlamıyordu. Çünkü o kadar çok konuşulmuştu ki ayrılık aramızda, artık normal karşılar olmuş hatta ezberlemiştik tartışmamızın sonunun nasıl biteceğini.
– ayrılalım.
– Evet olmuyor ya diretmenin anlamı yok. Ayrılmak en mantıklısı.
– Kedi ve köpeği ne yapacağız?
– Tabiî ki ben alacağım.
– İyi.
Sonrasında sarılmalarla başlayan barışıklık hali. Ve bir sinirsel boşalma yaşadıktan sonra yine normal hayata geri dönüyorduk.
Ama bu seferki kararımın, bir sinir krizi sonucu verilmiş blöf korkutmalardan farklı olduğunu anlamıştı. Çünkü artık ayrılığı tartışmalar sonucu konuşmuyordum. Normal zamanlarda konuşur olmuştuk. Ciddi ciddi, planlarımı anlattığımda bu kararımda ne kadar gerçekçi olduğumu anladı.
Seviyordu,
Seviyordum….
– Seni seviyorum, sen de beni sevdiğini söylüyorsun. Bize bir şans daha ver. Bir yıl, sadece bir yıl istiyorum senden. Belki bu bir yıl sonunda evet denedik olmuyor gerçekten diyeceğiz. Belki de iyiki bir şans daha tanımışız kendimize diyeceğiz. Kim bilir…
– …
– Ne diyorsun? Ne düşünüyorsun?
– ….
Susuyordum, çünkü daha öncekiler gibi bunun da bir işe yaramayacağının farkındaydım. Ama o bir türlü anlamıyordu. Belki de kendini buna yani ayrılığa hazır hissetmiyordu. Bir şeylerin değişebileceğine inanmak istiyordu.
Ne demeliydim?…
Sorular sorular sorular… yine kafamı karıştırmış, kararı bana bırakmıştı. İyisiyle kötüsüyle son sözü bana bırakarak bu ilişkinin kaderini belirleyecek, onu büyük bir yükten ve vicdan azabından kurtaracaktım.
O ise olumlu cevabımla, rahatlayacak, belki bir yıl kendini bu fikre hazırlayacak ve yürümediği takdirde gönlü rahat olarak ayrılmaya hazır olacaktı. Olumsuz kararımda ise yine o karda olacak ve tüm suç, tüm çektiklerinin ve benim çektiklerimin sorumluluğunu benim üzerime atabilecekti.
Bu düşüncelerle cebelleşirken günün aydınlandığını hiç fark etmemişim. Gecenin siyah ağırlığı ve soruların beynimdeki ağırlığıyla gözlerimi artık açık tutamıyordum. Ve derin bir uykuya, sevgilinin kollarında gibi kendimi bıraktım. Gerisini bir daha hiç düşünmemek üzere…
Ne mi oldu cevabım?
Sizce?
17-28.11.2007