Gidiyorum. Sana doğru…
Gidiyorum bu şehrin boğucu yalnızlığından. Seni tanıdıktan sonra daha bir yalnızlaştım buralarda. Başa çıkabiliyordum öncesinde. Böyle, hayat böyle işte diyordum. Hayattan çekip gidene kadar kelepçelenmişsin ve sonuna kadar demir parmaklıkları daha da genişletmeye çalışacaksın diyordum kendi kendime. Sığmıyorum, ya da kafes küçülüyor her geçen gün. Bir şeyleri, birilerini değiştirmeye çalışmak mümkün değil biliyordum. Kendimse hiç değişemezdim. Bu düzene nasıl ayak uydurabilirim ki… O kafeste, o farkında olmayan insanlarla yaşamayı kabullendiğim gün kafesin küçülmesi duracaktı. Ama ben ölmüş olacaktım. Yaşayan Ölüler diye bir film seyretmiştim. Korku filmiydi ama hiç korkmamıştım, kendi geleceğimden korktuğum kadar. Bu korku beynimin bir köşesinde, zaman zaman canlanan, doldurulmuş vahşi bir hayvan gibi sinsi ve soğuk duruyordu. Ben öylesine yaşıyordum. Çünkü böyleydi hayat.
Ne kadar yanılmışım.
Sen, bu yalnızlık cumhuriyetine yeni bir soluk veren lider gibi girdin topraklarıma. Nerdeydin bu güne kadar. Neler yaşadın. Nasıl bu kadar özgür, bu kadar yakın, bu kadar ırak durabiliyordun. Her halinden belliydi henüz iyileşmemiş, kabuk tutmuş yaralarınla canının yandığı. Farkındaydın topraklarımın yalnızlıktan susuz kaldığının. Yanımdaydın. Canın o kadar yanıyordu ki korkuyordun yanaşmaya, ırağımda duruyordun. Sende kafesi genişletmiş olmanın özgürlüğü kol geziyordu, bense kafeste çırpınmaktan yara almış kanatlarımı tedavi etmeye ve tekrar mücadeleye çabalıyordum.
Topraklarım aşkına doymadan gittin. Öyle kısa kaldın ki yanımda yüzünü ezberleyemedim.
Gittiğinden beri daha çok sıkılmaya başladım bu şehirde. Her şey aynı aslında. Sen yokken neyse, senden sonra da aynı. Canımı sıkan demek ki sensin.
Geldin ve özgürlüğün heyecanını ektin topraklarıma. Oya gibi işledin kendini kalbime. Ve öylece bırakıp gittin.
Şimdi de ben gidiyorum. Sana doğru. İçim kıpır kıpır kaç gündür. Sana varacağım mevsimi yaratıyorum yavaş yavaş. Kış olmaz, yaz çok sıcak, sonbaharda hüzün bulutları uçuşur. İlkbahar… ilkbahar çocuklarıyız ikimiz de. Nisan en sevdiğim ay. Ilık, açık, bazen yağmur çiseler ama hiçbir zaman soğuk değil. Benim gibi. Senin gibi.
Ama başka bir mevsim olmalı beni sana kavuşturan. Başka bir dünya. Belki de sadece başka bir şehir.
İşte gittiğin gecenin sabahı, o şehre doğru yola çıktım ben. Gidiyorum, sana doğru…
19/06/07