Bir fotograf çerçevesi gibi pencerem. Her gün, hatta her saat değişen fotograflara bakıyorum. Fırtınalı bir yağmur ıslatıyor yolları, insanları, ağaçların çıplak kalan dallarını. Son yapraklarda direniyorlar fırtınaya. İnsanlar gövdelerine, uçuşan şemsiyelerini siper ederek yürüyorlar yollarda. Kopan, yırtılan, uçan şemsiyeli insanlar. Arabalar zor ilerliyor yağmur göllerinden geçerek. Radyomda duygusal şarkılar çalıyor. Hüznün fotografına bakıyorum oturduğum yerden.
Sonra kar yağmaya başlıyor aniden. Kalbime giden yollar buz tutuyor. Zihnim her zamankinden daha aydınlık. Daha net görüyorum gerçekleri. Biraz üşümek kendime getiriyor beni. Çatıdan sarkan buz kütleleri gibi donuk sözleri, dudaklarından kopup kalbime saplanıyorlar. İçimde soğuttuğu kalbimden tekrar onu ısıtmasını istiyor. Nafile… Gözlerinin sıcaklığı yetmiyor, sözlerinin buzunda soğuyor daha da kalbim. Gidiyor çok uzaklara gidiyor artık düşlerim.
Gözyaşlarım aktı durdu uzun zaman önce. Sonra sakin bir hava aldı yerini. Son görüşmede dondu kaldı kalbim. Hatta yara aldı. Delik deşik oldu, vermeden almak istediklerinden. Hesaba katamadı bir gün bu kalbin soğuktan duracağını, artık onun için atmayacağını.
Şimdi değişen manzaraya bakıyorum penceremden. İnsanlar gelip geçiyorlar içimden. Uçuşan şemsiyeler, buz tutan yollar… Artık hiçbir şey ifade etmiyorlar. Gelip geçiyorlar, iz bırakıyorlar ama unutuluyorlar.
Bu kasvetli fotograf bir zaman sonra değişecek. Biliyorum, yağmurların ardı kar, karın ardı rüzgar, rüzgarın ardı güneş. Kalbim bunca hüznün ardından elbet bir gün gülecek. İçime hapsolan hüznün kanatları kırılacak ve ölecek. Ben, sen olacak ama artık O, olmayacak.